25 Ocak 2013 Cuma

Mojo (Stüdyo Cer)

Mojo Afiş
Bu blogda sıkça atıfta bulunulan bir oyundu Mojo. Nedeni benim için ayrı önem taşımasıydı. O güne kadar olan tiyatro ilgimi belki de ilgiden, ileride bir kariyer hedefi olarak değiştirmeme yol açacak oyunların başında geliyordu. Zira bünyemize aşılanan kalıplaşmış çerçeve sahne oyunları ve abartılı Shakespeare oyunculukları dışında da bir tiyatro anlayışının var olduğunu bizlere gösteriyordu. Mojo aslında dünya üzerinde özellikle 90'lı yıllarda yaygınlaşan, Türkiye'ye 2000'li yıllarda gelen ve günümüzde artık pek çok örneğini görebileceğimiz "İn-Yer Face" akımının Türkiye'de ve Ankara'da ilk temsilcilerinden birisiydi. 

İn-Yer Face bugün bile hala daha sınırları tam olarak çizilmiş bir tiyatro akımı değil. Fakat tiyatroyu, büyük çerçeve sahnelerden alıp, daha küçük ve alternatif sahnelere taşıyan, işlediği konularla ve üslubuyla izleyicinin ezberini bozan pek çok oyun artık İn-Yer Face olarak kabul görüyor. Bu noktada, oyunların sahnelenişi oyunlara tam bir İn-Yer Face özelliği kazandırmasa da -ki bu oyunları İn-Yer Face çatısı altında değil, alternatif tiyatro olarak gruplamak daha doğru olur- oyunların işlediği konulardaki ezber bozuculuk -ki bu noktada işlenen ve gösterilen öğelerdeki müstheçenlik, şiddet, argo kullanımının sıklığı gösterilebilir- ve izleyicilerin tabularını yıkma gayesi bu akımı daha doğru ifade eder. Bu noktada, oyunların sahnelenişi bir araç olmakla beraber, günümüzün bir ihtiyacı olma haline yavaş yavaş gelmektedir. Zira büyük salonlarda, çerçeve sahnelerde sahnelenen oyunların hiç birinin veremeyeceği etki, bu tarz alternatif sahnelerle ve bilhassa in-yer face diyebileceğimiz arka plana sahip oyunlarla izleyiciye verilebilmekte.

Sıska-Mickey
Bu nedenlerle 3 yıl önce Mojo'yu ilk izlediğimde büyük bir ilgi oluşmuştu tiyatronun bizlere yeni bu akımına karşı. Bundan sonraki çalışmalarım da hep bu akım üzerine oldu, hatta edindiğim meslekten farklı kariyer planları yapmama ve 2. bir üniversite okumama kadar iten bir sürecin başlangıcı oldu. Bu noktada 3 yıl sonra Mojo oyununun tekrar sahneleneceği haberini almak olağanüstüydü. Hele hele, Ankara'da, alternatif tiyatro sahnelerine dair neredeyse hiç bir girişim yokken, Hayvan Çiftliği ile adeta Ankarada'ki çerçeve sahne ve klasik oyun sahnelenme kartelini bozan Stüydo Cer kapsamında, Mojo'nun sahnelenecek olması daha bir heyecan vericiydi.

Mojo 1950'li yıllarda, Londra Soho'da, bir gece kulübünde geçiyor. Soho, Londra'nın eğlence merkezi olarak adlandırılan bir yer ve bünyesinde pek çok barı, gece kulübünü, tiyatroları barındırıyor. Atlantik gece kulübünün sakinlerinin, uyuşturucu ve cinsellik arka planlı 'rahat' yaşantıları, kulüp sahibi Ezra'nın öldürülmesi ve cesedinin gece kulübünün çöp kutularına bırakılmasıyla farklı bir hava kazanıyor ve bu cinayet ekseninde aslında pek çok ilişki sorgulanmaya başlıyor. 


Potts-Şekerci-Mickey
Oyun, karakterlerin içerisinde bulunduğu durumu, gece kulübünün yer altılılığını, dönemin etkilerini oldukça başarılı bir şekilde veriyor. Soho'nun bu eğlence merkezi durumu içerisindeki hali, müzikler, uyuşturucu partileri, cinsellik öğeleri, alışagelmiş anlatımın ve kalıplaşmış sahnelemenin ötesinde yer alarak, in-yer face'in birincil öğelerinden tabu yıkma misyonu yolunda emin adımlar atıyor. Belki ülke şartları gereği daha 'cesur' adımlar atmak daha olanaksız, fakat Mojo yine de sınırları zorluyor. Çoğunluğu homofobik ve önyargılı bir topluma, eşcinsel karakterleri -hatta ve hatta eşcinsel bir seks kölesini- ve uyuşturucu partilerini cesurca göstererek, in-yer face'in bu misyonunu başarıyla yerine getiriyor. Bu noktada belki de, oyunun arka planında işleyen hikaye, yani gece kulübü sahibi Ezra'nın ölümü belki de ikincil bir noktaya geliyor. Aslında her karakterin farklı hikayeleri önem kazanıyor. Zira kolay kolay pek çok oyunda ve hatta filmde cesaret edemeyen konular Mojo'nun belkemiğini oluşturuyor ve koca bir alkışı hak ediyor.

Sıska'nın üzerinde çok değinilmeyen fakat izleyiciye hissettirilen seks köleliği ve buna bağlı olarak, Atlantik gece kulübü sakinlerince dahi dışlanışı, gördüğü eziyetler ve homofobik ifadelerle dışlanışı, ezilmesi; Bebe'nin çocukluğunda babası tarafından uygulanan ensest taciz; Mickey'in kişisel hırsları uğuruna yaptıkları, akıllara ilk gelen örnekler. 
Bebe
Ezra'nın ölümüyle beraber karakterlerin, 'zevk' ve 'keyif' için yaptıkları eylemlerden uzaklaşarak hem bireysel bir sorgulama hem de olayın sorgulanmasıyla ortaya çıkan gerçekler ve fakat çok güçlü olmayan arkadaşlık ilişkilerinin dahi, en keskin noktalarda uçlarda olarak güçlenip-gelişmesi gibi aslında çok alt hikayeleri bünyesinde de taşıyor. Ezra'nın ölümünden sorumlu olanların araştırılmaması ve bunun yerine gece kulübü üzerine yapılabilecek bir saldırı için çalışanları örgütleyen Mickey, bu örgütlenmeyi sorgusuz kabul eden kulüp çalışanları ve Ezra'nın oğlu Bebe etrafında dönen asıl hikayede ise, daha acı bir tablo izleyiciye sunuluyor. Bütün bu sıkıntılar içerisinde en güvenilmesi gereken kişi tarafından görülen ihanet ve buna bağlı yaşanan olaylar, oldukça acı bir hikaye örgüsüyle noktalanıyor. Babasıın ölüm haberine pek 'üzülmediği' gözlenen Bebe karakterinin aslında gerçeklerin tam farkında olarak hareket edişi, gerçekleri ortaya çıkarışı, gündelik hayatta karşılaşılabilecek türden bir 'ihanet'in etkilerini, ihaneti gerçekleştirenin değil fakat onu kayıtsız şartsız destekleyen kişinin ölümüyle tavan yapıyor. Bebe'nin, Ezra'nın intikamını alış şekli ise ölümden bile beter bir durum olarak Mickey'in dünyasında yer buluyor.

Oyun, 3 yıl önce dib sahnede sahnelendiği zaman, izleyiciler bar taburelerinde oturuyor ve oyunun oynandığı sahneye göre koltuklarını döndürerek oyunu izliyorlardı. Dib Sahne'ye konumlandırılmış 3-4 farklı sahnecik vardı ve oyun nerede oynuyorsa izleyici oraya dönerek oyunu izleyebiliyordu. Stüdyo Cer'de ise yine bu sahnecikler özünde temel olarak yer alıyor fakat bu sefer daha bütün bir dekor olarak, Atlantik Bar'ın, bar kısmı olarak izleyicinin ortasında yer alıyor ve oyunun akışkanlığı açısından müthiş bir uyum gösteriyor.

Bebe-Parlak Johnny
Reji çok akıcı ve oyunun arka planıyla da uyuşacak bir biçimde, 'durmaksızın' bir performans sahneleniyor. Sabit sahneler yok denebilecek kadar azken, 3 yıl önceki oyuna göre bazı farklılıklar dikkat çekiyor. Hafızam yanıltmıyorsa, 3 yıl önceki oyunda daha fazla içki tüketimi varken -Dib Sahnenin bar olması bu duruma daha elveriş sağlıyordu- Stüdyo Cer sahnelenişinde içki tüketimi azalmış görünüyor. Bar olmasına rağmen, bu oyunda daha az içkiye başvuruluyor. Bununla beraber 3 yıl önceki oyunda var olan tuvalet sahnesinin bu oyunda yer almadığını görüyoruz. Sigara tüketimi ise çok gerçekçi, zira bu tarz arkaplana sahip bir oyunda karakterlerin hiç veya az sigara tüketmeleri beklenemezdi.

Şiddet sahneleri çoğu izleyicinin alışmadığı gerçeklikte ve rahatsız edicilikte olmasına rağmen, göreceli olarak az kaldığını dahi söylemek mümkün. Fakat oldukça fazla argo ve küfür kullanımı yine aslında bir 'tabu yıkıcılık' misyonu üstleniyor. Bu noktada yaşanan bir iki sıkıntı gözlerden kaçmıyor değil.  Öncelikle, ülkemizde yer alan 'küfür=komik' olgusu bu oyunda da hayat buldu. Evet, oyun içerisinde yer alan bazı argo kullanımlar veya küfürler komik olup izleyici reaksiyonu alabilir, fakat aslında dramatik ve önemli bir konuşmada yer alan küfüre verilen gülme reaksiyonu, bu sahnelerin dinamiğini bozuyor. İkinci sıkıntı ise tercümesel noktada karşımıza çıkıyor. Bazı küfürler tercüme süzgecinden Türkçe'ye çevirildiği zaman, karakterlerin ağzında 'yapay' kalıyor. Bu hiç şüphesiz, karakterlerin Türkçe'nin alışık olduğu şekilde küfür veya argo kullanmaları anlamına gelmiyor. Sadece oyunun realist ve vurucu yapısını, düşük etkili de olsa 'yapaylaştırıyor'

Mickey-Bebe 
Müzikler tek kelimeyle olağanüstü. Hem oyunun arka planını başarıyla izleyiciye aktarıyor hem de oyunun bütünüyle, rejisiyle mutlak bir uyum gösteriyor. Aynı şeyi ışıklar için de söylemek mümkün, zira Stüdyo Cer şunu gösterdi ki, her oyun için çok sayıda ve kalitede ışık kullanmak mümkün. Mojo'da bu nimetten faydalanarak, sahnelerin dinamiklerine göre çok başarılı ışık kullanımlarını bizlere sunuyor. Reji, yukarıda da belirttiğim üzere hem kalıp dışılığıyla hem de göz yormayan akıcılığıyla, çok farklı ve güzel bir tiyatro deneyimi  vaad ediyor. İlham Yazar, bu tarz kalıp dışı rejileri çok başarıyla uyguluyor. (Yastık Adam, Jerry ve Tom gibi oyunlarda da gördüğümüz üzere) Mekanın oturma düzenine bağlı olarak bazı bölümlerde sıkıntı yaşansa da -oyuncuların sahneyi kapatması gibi- bu durumu alternatif sahnelerin küçük bir handikapı olarak görmekte ve aslında daha büyük resme baktığımızda büyük bir sıkıntı olmadığını düşünmekte fayda var.

Oyunculuklar oldukça başarılı -3 yıl önce sürekli oynamanın verdiği alışkanlıkla daha oturmuştu- fakat oturmayan bir kaç nokta var gibi. Bir kaç oyundan sonra bu sıkıntının da düzeleceği aşikar, zira oyun 3 yıl önceki kadronun aynısıyla sahneleniyor. Özellikle, Sıska karakteri ve Berkan Şal'ın performansını her iki sahnelenişte de çok beğendiğimi söylemek istiyorum.

Şekerci-Potts
Stüdyo Cer, Hayvan Çiftliğinden sonra yine çok başarılı bir prodüksiyonla karşımıza çıkmış. Ankara'lı tiyatroseverlerin, İstanbulda'ki başarılı alternatif tiyatro sahnelerince sahnelenen oyunlara karşı kıskançlığını ve bu tarz oyunlara olan açlığını doyurmak için elinden geleni yapıyor. Bu noktada StüdyoCer kapsamında sahnelenecek diğer oyunları daha da bir merakla beklememizi sağlıyor. Bundan böyle, Mojo, Cuma-Cumartesi-Pazar günleri 20.30'da Stüdyo Cer'de olacak. Her tiyatro severin kaçırmaması gereken bir oyun.

Künye:
" MOJO "
JEZ BUTTERWORTH

Çevirmen:
Özge Kayakutlu
Genel Sanat Yönetmeni:
Erdal Beşikçioğlu
Yönetmen:
İlham Yazar
Dramaturg:
Özcan Özer
Işık:
Mustafa Bal
Dekor Kostüm:
Ercan Eker
Müzik:
Ali Erel
Reji Asistanı:
Ebru Tartıcı
Grafik Tasarım:
Negrican Birlik
Sahne Amiri:
Fatih Katırcı

Oyuncu Kadrosu:
Nusret Şenay
Doruk Nalbantoğlu
Ali Yoğurtçuoğlu
İnanç Konukçu
Berkan Şal
Engin Öztürk

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder